Hafif yağmurlu ve
soğuk bir günde, Kadıköy sokaklarında insanlara çarpa çarpa vapura yetişebilmek
için koşuyordum. Şayet ayaklarım isyan ederse yetişemeyeceğimin de farkındaydım.
Çünkü dakiktir Beşiktaş vapuru, kalkacağı saatte kalkar. Bir de hangi saat
olursa olsun hep yolcusu boldur. İstanbullu için bir başkadır Beşiktaş.
Neyse ki son dakikalarda
bile olsa yetişebilmiş ve kendime giriş kapısına yakın bir yerde boş bir koltuk
bulup oturabilmiştim. Tabi tek geç kalan ben değildim. Benden sonra el ele
tutuşan bir çift girdi, biraz tepkili halleri vardı. Belli ki tartışmışlardı. Ardından
genç bir çocuk girdi. Kulağında kulaklık vardı kimseye bakmadan yürüyüp geçti.
Sonra gözlüklü orta yaşlarda bir adam girdi. Beyninde yığınla düşünceyle
savaşıyormuş gibi görünüyordu. Şapkasını çıkartıp eline aldı, yanımdan öylece
geçip gitti.
Sonra kapı tekrar
açıldı ve o geldi. Titreyen bacağını havaya zorla kaldırarak kapı eşiğinden
geçmeye çalıştı. Bir yandan da kapıyı tutmaya çalışıyordu. Tıpkı bacağı gibi
elleri de titriyordu. Bir elinde sabit tutamadığı bastonu vardı, diğer elinde
ise yırtılmış iki tane poşet. Hemen kapı girişindeki koltuğa benim tam karşıma
oturdu yaşlı amca. Önce kendi oturdu, sonra hüznünü oturttu.
Sadece yakası siyah ve
kürklü olan, dizine kadar uzanan gri renkte bir palto giyiyordu. Sol yüzük
parmağında yüzük vardı. Başının tepesinde her ne kadar saç olmasa da, olan
yerdeki saçları uzun ve beyazdı. Sakalı da, bıyığı da bir o kadar gürdü. Hafif
kambur duruyor, kimseye rahatsızlık vermemek adına bakmıyordu.
Oturduğu koltuğun
yanına poşetlerini koymuş olsa da bastonunu hiç bırakmadı. Tam önüne getirdi ve
iki eliyle onu tuttu. Hem enine, hem de boyuna ahşap üzerine siyah çizgileri vardı
bırakmaya kıyamadığı bastonunun. Belli ki tek dayanağı o kalmıştı.
Paltosunun sağ
cebinden eski tuşlu bir telefon çıkartıp birkaç tuşa bastıktan sonra kulağına
götürdü telefonu.
“Kızım, evet ben şimdi
bindim vapura evladım.”
“Merak etme kızım her
şeyi aldım.”
“Çok teşekkür ederim
kızım her şey için.”
“Evet çocuğum evet,
Allah nasip kısmet ederse yine görüşeceğiz.”
“Tekrar teşekkür ederim
kızım, iyi bakın kendinize.”
“Oldu, hoşça kalın
kızım, hoşça kalın.”
Ve telefonunu tekrar
cebine götürdü amca. Belli ki kızının yanında bir hafta sonu geçirmiş, şimdi de
evine dönüyor. 2 poşetinde de eşyalarını taşıyormuş. Eski İstanbullu mu diye
düşünmeden edemedim. Beşiktaş’ta eski bir daire belirdi gözümde hemen. Camından
sarı gün ışığını alan, çiçekli yıpranmış koltuğu olan, siyah beyaz
fotoğrafların olduğu eski bir apartman dairesi işte.
Ve vapur hareket
etmeye başladı. Benim oturduğum yere yakın, ancak bana görünmeyen bir yerden
gitar sesi gelmeye başladı. Hüzün ve yaşanmışlık dolu o eski parçalar
çalınıyordu. Tam da Beşiktaş vapuruna yakışırdı.
Sonra o şarkı
çalınmaya başlandı. Yaşlı amca önce başını önüne eğdi. Ardından iki elini
yüzüne götürdü ve gözlerini kapattı. Aradan biraz zaman geçti ve ellerini
çektiğinde yaşlı gözlerle benim göremediğim müzisyenlere bakıp sessizce
alkışladı.
Yaşlı amcanın her
hareketini izliyordum. Bu durum dışarıdan bakıldığında belki biraz ayıptı ama
bana çok şey anlatıyordu. Tek bir an gözümü kaçırmak istememiştim. Sanki eski
İstanbul’daydık o an. Yaşlı amca işten dönüyor, çok sevdiği karısına kavuşma
heyecanını yaşıyordu. Öyle ki ben bu düşüncelere dalarken vapur bile nostalji
dolu geldi gözüme. Pencerenin dışarısında gördüğüm Kız kulesinin de, Galata’nın
da adeta yıllar öncesinden görüntüleri vardı gözümün önünde.
Yavaşça yerinden
kalktı ve ufak adımlarla müzisyenlerin yanına gitti. Belli ki para vermek için
kalkmıştı. Sonra yavaşça yerine döndü yaşlı gözlerle. Oturdu. Hala aynı şarkı
çalıyordu ve yaşlı amca hala o şarkıyı yaşıyordu. Belli, kaybetmişti
kalbindekini. Belki de o yüzden titriyordu elleri, doluyordu gözleri. Şarkı ona
çok dokunmuştu. Kim bilir, belki de dans şarkılarıydı ya da Pazar kahvaltısını
hazırlayan karısının kulağına fısıldadığı şarkıydı.
Vapur kıyıya yanaşmak
üzereyken herkes ayağa kalkıp yaşlı amcayla aramıza girdi. Gözden kaybolduğunu
düşünürken onun da inmek için sıraya girdiğini fark ettim. Herkes inerken o da
yavaşça adımlarını atıyordu vapurun dışına. Git gide aramızdaki mesafe artmıştı,
onu zar zor seçebiliyorken bir anda gözümden kaybolmuştu.
Bu şarkının yeri bende
daha da bir ayrı oldu. Çok daha sever oldum. Ne diyordu üstatlar, “ah bu
şarkıların gözü kör olsun…”
ŞARKI:
(dinlemek için tıklayın)
SÖZLERİ:
Ben bal arısı gibiydim senden önce
Bak pervanelere döndüm seni görünce
Yana yana kül olsam her an, yine de senden ayrılamam
Yoluna adadım ömrümü ben sensiz olamam
Yana yana kül olsam her an, yine de senden ayrılamam
Bin yıl yaşasam yine sana doyamam
Sana gönlümü verdim ey nazlı güzel
Seni almazsam gözlerim açık gider
Bana ellerini ver hayat seni sevince güzel
Yoluna adadım ömrümü ben gel kaçma güzel
Bana ellerini ver hayat seni sevince güzel
Sana gönlümü verdim nazlı güzel
Sana gönlümü verdim ey nazlı güzel
Seni almazsam gözlerim açık gider
Bana ellerini ver hayat seni sevince güzel
Yoluna adadım ömrümü ben gel kaçma güzel
Sana gönlümü verdim nazlı güzel
(Bu yazının her türlü hakkı saklıdır. İzinsiz ve isimsiz kullanılması yasaktır.)
Güzel bir iç yansıması.
YanıtlaSilTeşekkür ederim riv riv
SilÇok güzel bir yazı..ihtiyar amca benı benden aldı
YanıtlaSilIhtıyar amcaya bayıldım
YanıtlaSilSizi burada görmek büyük gurur hocam. Teşekkür ederim :)
Sil