8 Eylül 2018 Cumartesi

İç döküş


Zannediyorum ki bir kitabında, herhangi bir cümlenin son kelimeleriydi Umay Umay’ın tüm yazılarımı özetleyen sözü.

“Çıkmayan sesim için yazıyorum”.

Bunca yıl atmak istediğim her çığlığı çevremdekilerin sırf başları ağrımasın diye atmayıp, içimde saklayamayacak kadar da dolduğum için yazdım ben. Acı çektiğimde, mutlu olduğumda, düştüğümde, karanlık bir kuyuda kaybolduğum her anımda kendimi kalemime sarılırken buldum. Onlarca yazılar yazıp, okuduğumda bir kez daha kalbim kırılmasın diye yırtıp attığım oldu benim. Ya da sizin okuyamadığınız, “insanlar ne der” düşüncesinin altında ezilip defterlerimde saklanan çok yazım oldu. 
Yazılarım tüm hayatımdı. Kalemim ve kağıdım ailemdi, dostlarımdı, her düştüğümde beni kaldıran iki eldi benim için.

Bunca yıl ben yazdıkça yazılarıma da sayısız geri dönüş aldım. Bazen hiç tanımadığım insanlardan onların hayatlarına dokunduğumu anlatan mesajlar aldım. Bazen adını bile bilmediğim insanlar yazılarımı paylaşıp bazı cümlelerin altlarını çizip kendilerini bulduklarını belli ettiler. Bazen tanıdığım ve bildiğim insanlardan gerçekten yazı yazmayı bırakmamam adına sözler duydum, tebrikler aldım. Hatta biliyor musunuz, alkışlandım bile. Bazen aile ya da akrabalarımın çaldı telefonu, “kızın/yeğenin ne güzel yazmış öyle” diye. Ya da “elinden tutalım, yayın evleriyle konuş bir şey yap” dendi birkaç defa. Asansöre her bindiğimde "ben senin yazılarını hep okuyorum" diyenler oldu. Ya da bana güvenip bir çok söz ya da metin yazdıranlar da oldu. Bunlar yazılarım konusunda hiçbir zaman beni ego sahibi yapmadı inanın. Ben yazılarımın çok güzel olduğunu da düşünmedim zaten. Sadece içimi döktüm, gördüklerimi yazdım. Bunları yaparken başkaları da o satırlarda kendi sustuklarını bulsun istedim. İşte bu yüzden yetmedi yazarlık eğitimi almaya başladım. Çünkü benim hep tek bir hayalim oldu. Sadece bir kitap yazmak istedim. Roman olsun, herkes soluksuz okusun, okurken yorulsun, nefes alamasın, karamsarlık çöksün ve sonunda “oh be” desin istedim. Hayatları ne kadar kötü olursa olsun bir gün her şey güzel olacak inansınlar, bunu kitabımda görsünler istedim. Çünkü benim hayatım öyle ilerliyordu. Nefes alamıyordum, alamıyorum da. Belki ben sonunda “oh be” diyemem ama benim okuyucularım desin istedim. Okudukları kitabımın yolunda birlikte onlarla yol alalım dedim. Sadece bir şey istedim. Bir romanım olsun, hepsi bu. 

27 Temmuz 2018 Cuma günü hayatta en değer verdiğim insandan asla duyacağıma inanmadığım cümleyi işitene kadardı her şey.

“İki yazı yazdın diye Nazım Hikmet mi oldun?”

Bu cümle yazılarında hayat bulmayan biri için çok normal biliyorum. Şayet bir eleştiri olarak bana gelseydi bende etkilenmezdim bu kadar. Ama ben sustuklarımın arasında boğulmak yerine, nefesini kelimelerinde alan biri olarak bu cümleyi en değer verdiğim insandan duyunca kelimenin tam anlamıyla yıkıldım. 

Ben Nazım olmak istemedim. Nazım gibi de olmak istemedim. Bu ülkenin Nazım'ı vardı, hem de her satırında yaşayışına şükrettiren bir Nazım'dı. Ben Yelda Kitapçı olarak anılmak bile istemedim. İstediğim tek bir şey vardı, roman yazmak. “İki yazı” benim bunca zaman nefes almamı sağlamıştı sadece. Ben bu yüzden kırıldım ve küstüm. Kırgınlığım o insanaydı evet ama küskünlüğüm yazılarıma oldu. Beni Nazım Hikmet olmaya çalışıyormuşum gibi gösterdikleri için arkamı dönmüştüm onlara. O günden sonra da nefes alamaz oldum işte.

Bu olaydan birkaç gün sonra çok değer verdiğim çift olan dostlarımla sahilde oturuyorken bana söyledikleri sözle “küsmemeli miyim” düşüncesi uyandı kafamda. “Biz sana neden bir parfüm, kıyafet, çanta ya da ayakkabı almayıp kalemle defter alıyoruz hiç düşündün mü? Bizim için sen yazılarından ibaretsin. Biz senin yazılarını okumaktan keyif alıyoruz. Hep yaz istediğimiz için de kalemle defter alıyoruz. Sen hep yazmalısın, bırakmana asla izin vermeyiz” dediler. Evet bana defterle kalem almışlardı. Şuan bu iç döküşümü de onların bana aldığı kalemle deftere yazıyorum hatta. Sahi, “bende Kafka’dan esinlenerek edebiyattan ibaretim diyorum kendime evet. Yazmaya devam etmeli miyim acaba” sorusu doğdu kafamda. Yok be Yelda, bırak Nazım'lar yazsın. Sen yazma, konuşma da hatta, sustuklarınla kal.

Ama işte dayanamadım. Tekrar doğar mıydı güneş sayfalarıma diye düşünürken her geçen gün boğulduğumu fark ettim. Tam nefessiz kalarak kendimi hiçliğe bırakacakken de kendimi burada buldum. Buradayım işte. Kalemimdeyim, kağıdımdayım. Aylar sonra yine onlara koştum boğulurken. Çünkü ben insanlara koşmak istemiyorum. Hem zaten baksana, düştüm ben. Karanlığın tam ortasına düştüm ve sustuklarımın arasındayım. Beni düşürenler yine insanlarken ben neden onlara koşayım ki? İşte bu yüzden dönüp dolaşıp yine kelimelerimle konuşmaya geldim. Sizin duymadığınız sustuklarımı duyanlara, yani kalemime geldim. Bu yüzden yazacağım. Bir gün romanım olsun diye değil ya da Nazım Hikmet olmak için değil, nefes almak için yazacağım. Girdiğim tüm girdaplar arasından beni çekip çıkartabileceğine inandığım tek şey olan kalemim için yazacağım.

Bir gün asla değerli Nazım Hikmet’in kaleminin ucu kadar bile olmamak dileğiyle.

“Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri.” Nazım Hikmet

Sevgilerle

(Bu yazının her türlü hakkı saklıdır. İzinsiz ve isimsiz kullanılması yasaktır.)

4 yorum:

  1. İnsanlar her zaman değişirler. İnançlar sabittir. Sen kendinde kal gerisi tarihtir. Zaman her şeye gebedir. Beklemek gerek güzelliklere...

    YanıtlaSil
  2. Siz yazın gerçekten, dokunun hislerimize kelimelerinizle. Yazmamanız en çok bize kayıptır. Gecenin bu yarısı hiç tanımadığınız, tanışmadığınız ben cep telefonundan zorlanarak yorum yazıyorsam size, siz ne olur yazın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz öyle bir zamanda kalbime dokundu ve beni duygulandırdı ki tahmin edemezsiniz. Gecenin bir vakti yorum yapmak için vermiş olduğunuz emeğe sonsuz teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.

      Sil