Zannediyorum ki bir kitabında, herhangi bir cümlenin son kelimeleriydi
Umay Umay’ın tüm yazılarımı özetleyen sözü.
“Çıkmayan sesim için yazıyorum”.
Bunca yıl atmak istediğim her çığlığı çevremdekilerin sırf başları
ağrımasın diye atmayıp, içimde saklayamayacak kadar da dolduğum için yazdım
ben. Acı çektiğimde, mutlu olduğumda, düştüğümde, karanlık bir kuyuda
kaybolduğum her anımda kendimi kalemime sarılırken buldum. Onlarca yazılar
yazıp, okuduğumda bir kez daha kalbim kırılmasın diye yırtıp attığım oldu benim.
Ya da sizin okuyamadığınız, “insanlar ne der” düşüncesinin altında ezilip
defterlerimde saklanan çok yazım oldu.
Yazılarım tüm hayatımdı. Kalemim ve
kağıdım ailemdi, dostlarımdı, her düştüğümde beni kaldıran iki eldi benim için.
Bunca yıl ben yazdıkça yazılarıma da sayısız geri dönüş aldım. Bazen hiç
tanımadığım insanlardan onların hayatlarına dokunduğumu anlatan mesajlar aldım.
Bazen adını bile bilmediğim insanlar yazılarımı paylaşıp bazı cümlelerin
altlarını çizip kendilerini bulduklarını belli ettiler. Bazen tanıdığım ve
bildiğim insanlardan gerçekten yazı yazmayı bırakmamam adına sözler duydum,
tebrikler aldım. Hatta biliyor musunuz, alkışlandım bile. Bazen aile ya da
akrabalarımın çaldı telefonu, “kızın/yeğenin ne güzel yazmış öyle” diye. Ya da “elinden
tutalım, yayın evleriyle konuş bir şey yap” dendi birkaç defa. Asansöre her bindiğimde "ben senin yazılarını hep okuyorum" diyenler oldu. Ya da bana güvenip bir çok söz ya da metin yazdıranlar da oldu. Bunlar yazılarım
konusunda hiçbir zaman beni ego sahibi yapmadı inanın. Ben yazılarımın çok
güzel olduğunu da düşünmedim zaten. Sadece içimi döktüm, gördüklerimi yazdım. Bunları
yaparken başkaları da o satırlarda kendi sustuklarını bulsun istedim. İşte bu
yüzden yetmedi yazarlık eğitimi almaya başladım. Çünkü benim hep tek bir
hayalim oldu. Sadece bir kitap yazmak istedim. Roman olsun, herkes soluksuz
okusun, okurken yorulsun, nefes alamasın, karamsarlık çöksün ve sonunda “oh be”
desin istedim. Hayatları ne kadar kötü olursa olsun bir gün her şey güzel olacak inansınlar, bunu kitabımda görsünler istedim. Çünkü benim hayatım öyle ilerliyordu. Nefes alamıyordum,
alamıyorum da. Belki ben sonunda “oh be” diyemem ama benim okuyucularım desin
istedim. Okudukları kitabımın yolunda birlikte onlarla yol alalım dedim. Sadece
bir şey istedim. Bir romanım olsun, hepsi bu.
27 Temmuz 2018 Cuma günü hayatta en değer verdiğim insandan asla duyacağıma
inanmadığım cümleyi işitene kadardı her şey.
“İki yazı yazdın diye Nazım Hikmet mi oldun?”
Bu cümle yazılarında hayat bulmayan biri için çok normal biliyorum. Şayet bir eleştiri olarak bana gelseydi bende etkilenmezdim bu kadar. Ama
ben sustuklarımın arasında boğulmak yerine, nefesini kelimelerinde alan biri
olarak bu cümleyi en değer verdiğim insandan duyunca kelimenin tam anlamıyla yıkıldım.
Ben Nazım olmak istemedim. Nazım gibi de olmak istemedim. Bu ülkenin Nazım'ı vardı, hem de her satırında yaşayışına şükrettiren bir Nazım'dı. Ben Yelda
Kitapçı olarak anılmak bile istemedim. İstediğim tek bir şey vardı, roman
yazmak. “İki yazı” benim bunca zaman nefes almamı sağlamıştı sadece. Ben bu
yüzden kırıldım ve küstüm. Kırgınlığım o insanaydı evet ama küskünlüğüm
yazılarıma oldu. Beni Nazım Hikmet olmaya çalışıyormuşum gibi gösterdikleri
için arkamı dönmüştüm onlara. O günden sonra da nefes alamaz oldum işte.
Bu olaydan birkaç gün sonra çok değer verdiğim çift olan dostlarımla
sahilde oturuyorken bana söyledikleri sözle “küsmemeli miyim” düşüncesi uyandı
kafamda. “Biz sana neden bir parfüm, kıyafet, çanta ya da ayakkabı almayıp
kalemle defter alıyoruz hiç düşündün mü? Bizim için sen yazılarından ibaretsin.
Biz senin yazılarını okumaktan keyif alıyoruz. Hep yaz istediğimiz için de
kalemle defter alıyoruz. Sen hep yazmalısın, bırakmana asla izin vermeyiz”
dediler. Evet bana defterle kalem almışlardı. Şuan bu iç döküşümü de onların bana aldığı kalemle deftere yazıyorum
hatta. Sahi, “bende Kafka’dan esinlenerek edebiyattan ibaretim diyorum kendime
evet. Yazmaya devam etmeli miyim acaba” sorusu doğdu kafamda. Yok be Yelda, bırak Nazım'lar yazsın. Sen yazma, konuşma da hatta, sustuklarınla kal.
Ama işte dayanamadım. Tekrar doğar mıydı güneş sayfalarıma diye düşünürken her geçen gün
boğulduğumu fark ettim. Tam nefessiz kalarak kendimi hiçliğe bırakacakken de kendimi burada buldum. Buradayım işte. Kalemimdeyim, kağıdımdayım. Aylar sonra yine onlara koştum boğulurken. Çünkü ben insanlara koşmak istemiyorum. Hem zaten baksana, düştüm ben. Karanlığın tam ortasına düştüm ve sustuklarımın arasındayım. Beni düşürenler yine insanlarken ben neden onlara koşayım ki? İşte bu yüzden dönüp dolaşıp yine kelimelerimle konuşmaya geldim. Sizin
duymadığınız sustuklarımı duyanlara, yani kalemime geldim. Bu yüzden yazacağım. Bir gün romanım
olsun diye değil ya da Nazım Hikmet olmak için değil, nefes almak için
yazacağım. Girdiğim tüm girdaplar arasından beni çekip çıkartabileceğine inandığım
tek şey olan kalemim için yazacağım.
Bir gün asla değerli Nazım Hikmet’in kaleminin ucu kadar bile olmamak
dileğiyle.
“Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri.” Nazım Hikmet
Sevgilerle
(Bu yazının her türlü hakkı saklıdır. İzinsiz ve isimsiz kullanılması yasaktır.)
İnsanlar her zaman değişirler. İnançlar sabittir. Sen kendinde kal gerisi tarihtir. Zaman her şeye gebedir. Beklemek gerek güzelliklere...
YanıtlaSilMutlu günlere riv rivim
SilSiz yazın gerçekten, dokunun hislerimize kelimelerinizle. Yazmamanız en çok bize kayıptır. Gecenin bu yarısı hiç tanımadığınız, tanışmadığınız ben cep telefonundan zorlanarak yorum yazıyorsam size, siz ne olur yazın.
YanıtlaSilYorumunuz öyle bir zamanda kalbime dokundu ve beni duygulandırdı ki tahmin edemezsiniz. Gecenin bir vakti yorum yapmak için vermiş olduğunuz emeğe sonsuz teşekkür ediyorum. İyi ki varsınız.
Sil