Tarih 3 Ocak 2020, geçen sene bugündü.
Zorlu ve acı dolu bir yoldan geçebileceğimi düşünmeden adım attığım ilk gündü. Yürümeye başlarken bu yolda, bir kapının ardında ailemi gözleri yaş ve korkuyla dolu bırakıp hiç bilmediğim insanlara emanet ettim kendimi. Ellerim ayrılırken ellerinden, tekrar tutabilmeyi diledim. Bedenimi birkaç önlüklü insanın o masaya yatırışlarını izledim. Kollarımı bağlayışlarını, ağzımı açık tutmak için aparat taktıklarını, tüm bedenimde renk renk kabloları izledim. Son kez söylemek istediğim bir şey olup olmadığını sordular, “beni öyle bir bayıltın ki bana yaşatacağınız hiçbir acıya uyanmayayım, ama aileme de kavuşayım” dedim. Doktor elini omzuma koydu sadece ve benim gözlerim kapandı. Bir daha ne ben, ne psikolojim, ne hayatım, ne karakterim, ne sağlığım, ne de bedenim gözlerim kapanmadan hemen önceki haliyle kaldı.
“Yelda
hanım, uyanın lütfen.
Aileniz sizi bekliyor, merak ediyorlar.
Yelda hanım
uyanın hadi.
Yelda hanım”
Birinin bana
seslendiğini fark ettim. Üzerimde inanılmaz bir ağırlık vardı. İçimden “efendim”
diye cevap verdiğimi düşünüyorken kelimeler dökülmüyordu dilimden. Gözlerimi
yarım yamalak açıp kendimi bir sürü cihazın olduğu bir odada buldum. Çok
korktum. Sağıma soluma bakmaya çalıştım ama kafamı oynatabilmem imkansızdı.
Karşımda bir masa, masanın üzerinde bilgisayarlar ve bu bilgisayarlarla uğraşan
hemşire hanım vardı. Bana seslenenin o olduğunu anladım. Ama kafamı
tutamıyordum. Hemşirenin bana seslenişlerine karşılık verebildiğim tek bir
cevap oldu.
“Çok
üşüyorum.”
“Tamam” dedi
hemen, “tamam Yelda hanım sizi hemen ısıtacağız, sizde ayılmaya çalışın lütfen
aileniz sizi bekliyor” dedi. Sonra bir sıcaklık geldi sağ tarafımdan. Isınmaya
başladım. Isınmaya başlayınca tekrar kapandı gözlerim.
Hayatımda
hiç hissetmediğim, tatmadığım kadar büyük bir acıyla açtım gözlerimi. Odadaydım.
Etrafım inanılmaz kalabalıktı. Annem, ablam, halam, dayım, dostlarım, aile
dostlarımız.. Hiç beklemediğim bir kalabalıkla karşılaştım. Ama kendime
gelemiyordum. “Bana yardım edin” diye kopuyordu çığlıklarım. “Ölüyorum” dedim. Hissettiğim
bu acının size tarifini yapamam. Her zaman acıya dayanıklı biri oldum. Acıya
katlanabilen biriyim. Ama bunun tarifi olamaz. Olamadı da. Tarifi olmadığı gibi
o an buna yardımcı olabilecek hiçbir ilaçta olmadı.
Yalvarıyordum
Allah’a resmen “ya şuan al canımı ya da bitsin bu çile” diye. İçimde ayrı,
hastane odasında ayrı koptu çığlıklarım. Çok yandı canım, inanılmaz yandı.
Verilen serumların etkisi 4 saatte bir bittikçe bir kez daha başladı
bağırışlarım, haykırışlarım. Zamanı geri alabilmeyi diledim her an.
Kendim
kalkamadım yataktan, günlerce bir yudum sudan başka bir şey içemedim. Bir gün
bir simit kokusu vurdu burnuma, kokuyla da yaptığım hata dank etti kafama. Ben kafa
tutmuştum aslında, acılara, kendime, belki de ölüme. Herkesin överek anlattığı
bu sürecin acıdan, ama bu kadar şiddetli acısından haberim yoktu. Tarifsizdi.
Çektiğim bütün bu acılar tarifsizdi. Bedenen ayrı, ruhen apayrıydı. 2 lokma
yiyince kusar, peş peşe 3 yudum içemez hale geldim. Bitkinleştim. O çok
sevdiğim gür saçlarımı kaybettim bu yolda mesela. Eğlenceli, gülüp eğlenen
Yelda’yı bıraktım o masada.
Hastaneden
eve dönerken elimi arabanın camından çıkartıp rüzgara karşı tutmaya
çalışmıştım. Güçsüzdüm. Ama başarıyordum. O an aslında benim geçecek olan bir
senemin özetiymiş, bilemedim.
Eve geldiğimizde
yıkanmak istedim. Çok zordu ya kendimi ayakta tutabilmek. Sonra yatağa kendim yatmak
istedim, karnımdaki o basınca karşı gelemediğim, hareket edemediğim için
yataktan düştüm. Ağlamaya başladım. 1 ay boyunca, o yatakta yattığım süre
boyunca ağladım. Dostlarım, sevdiklerim gelip gitti hep sağ olsunlar. O kadar
kendimi dış dünyaya kapatmıştım ki, varlıklarının bana güç verebileceğini bile
görmedim.
Pişmandım.
İlk 1 ay
boyunca Allah’ın her günü daha çok pişman oldum. İşin özü 1 ayla sınırlı
değildi aslında bu duygularım. Ama ilk günler çok başkaydı.
Nerdeyse 3
ay geçmeye başlamıştı ki hiç bilmediğim bir acı vurdu bana. Tam iyi olduğumu,
yaşamaya başladığımı düşünürken beni süründüren başka bir acıyla karşılaştım. O
zamana kadar yediklerimle spazmlar geçiriyordum yine acısız değildi tabi, ama
bu başkaydı. 4 saat boyunca kustuğum, yerde süründüğüm, acımı tarif ettiğim
doktorumun benim yememem gereken şeyler yediğimi ve bunu itiraf etmediğimi
düşünmesiyle suçlandım. Mesleği ağır basmıştı. Ben o 4 saat boyunca ablamın
bana ne olduğunu anlamadığı için korkudan çırpınışını, gözlerindeki çaresizliği
gördüm.
Ve bu acı
belli belirsiz zamanlarda ara ara gelmeye başladı.
Ameliyatta
verilen gazdan kaynaklı dendi, psikolojik dendi, yediklerimle alakalı dendi.
Bir sürü şey söylendi. 4 saat süren çığlıklarım, 6’ya, 8’e, 12 saate çıktı.
Ayda bir iki gelen acı, haftada bir ikiye, sonra üçe dörde çıktı. Hiç kimsenin,
doktorların bile size yardım edemediği; hiç nefes alamadan acı çektiğinizi,
doğrulamadığınızı, resmen değil gerçekten yerde süründüğünüzü düşünün. Allah
biliyor ya bitmeyecek sandım, bitirmek istedim. İntihar etsem kurtulurum dedim.
Psikolojik olarak tükendim. Hayat kalitemi kaybettim. Dışarı çıkmaktan korktum,
insanlarla görüştüğümde ya onlar bu acıma şahit olurlarsa diye düşündüm.
Sonra
dostlarımla çok eğlendiğim bir gün geçirdim. Akşam eve gittim, keyifli bir
şekilde otururken o ağrı vurdu tekrar. Babamın kollarında, kuzenimle
hastanedeydim. Doktorlar değerlerimin yükseldiğini söyledi. Tehlikeli olduğunu, beni bırakamayacaklarını söylediler. Sabaha kadar 4-5
serum verdiler. Ağrı kesiciler işe yaramadı. Sabah oldu, annemle ambulansla
daha büyük bir hastaneye kaldırıldım. Ambulansın arkasında başımdaki doktorla
birlikte seyahat ederken korkudan neler düşündüğümü tahmin edemezsiniz. Tabutta
gibiydim. Buz gibiydi. Sedye sabit durmuyordu. Kollarımda damar yolları vardı.
Bilinmezliğe gidiyordum. Annem korkudan deliye dönmüştü, ablam çaresizliğin
dibindeydi, babam kendini kaybetmişti, Burhan amcam ağlamaktan konuşamıyordu.
Bir gece önce bu acıyı çekerken babamın dizinin dibinde “baba çok pişmanım
ölmek istemiyorum bana yardım edin ne olur” demiştim. O ambulansta tamamen bunu
düşündüm.
“Ölmek
istemiyorum.”
Sonra
bilmediğimiz şeyi bulduk. Ağlama krizleri geçirdim. Bırakın beni gideyim dedim. Bir sürü iğneler, serumlar takılıp durdu. Annem bitkinlikle yanımda bekledi. Ardından bir ameliyat daha geçirdim. Bu sefer kendimi çok
güzel hazırlamıştım. “Her şey bitecek Yelda, gerçekten nefes alabileceksin,
düzeleceksin” dedim kendime hep. Ameliyata girerken kahkahalar atıyordum.
Ameliyathaneye girdiğimde kendim yattım masaya, 20 dakika doktorlarla sohbet
ettim o odadaki herkese salça oldum. Biliyorum çünkü, bu acı bitecek ve ben iyi
olacağım.
“Yelda şimdi
seni uyutacağız söylemek istediğin bir şey var mı” dediler.
“Maskemi
takmayı unutmayın, ben uyanana kadarda kendinize iyi bakın. Hadi gittim ben”
dedim keyifle.
Uyandığımda
bir önceki kadar hissetmedim acıyı. Birkaç saat geçtiğinde kendi kendime kalktım
yataktan mesela. Katta kim varsa, hangi hemşire varsa onlarla eğlendim, güldüm. Doktorlar, hemşireler ameliyatı benim olmadığımı söyleyip dalgalar geçti. Çok iyiydim. Bu sefer yıkılmama izin vermedim. Psikolojik olarak öyle çöktüm
ki, bu sefer ayağa kalkmak zorundaydım. Ailemin gözlerinde o korkuyu gördüm
çünkü. Ölmek istemediğimi haykırdığım geceleri yaşadım çünkü.
Ve sonuç, 1
sene içerisinde 2 ameliyat ve kaybedilen 40 kilo oldu.
Kendimle
gurur duyuyorum. Verdiğim kilolar yüzünden değil, ayağa kalkabildiğim için.
“Helal olsun
Yelda düştün, kalkamam sandın, daha güçlü kalktın” diyorum. Size fiziksel
çektiğim acıyı anlatırken psikolojiye çok değinmedim. Ama inanın bana çok
zordu. O yüzden gurur duyuyorum işte kendimle.
Huzurunuzda
ilk defa bir şey yapmak istiyorum, kendime teşekkür etmeliyim.
Yelda, sen
çok güçlüsün. İnan bana çok güçlüsün. Ayağa kalkamayacağını düşündüğün her an
bu yazıya dön ve oku. Sana bu zamanın şuanından, geçmişin geleceğinden,
geleceğin geçmişinden sesleniyorum. Seninle gurur duyuyorum. Yeniden doğuşunun
1.yılı kutlu olsun..
(Bu yazının her türlü hakkı saklıdır. İzinsiz ve isimsiz kullanılması yasaktır.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder